18 Temmuz 2011 Pazartesi

BEN DE VARIM...

Troleybüsün camından gördüğü beyaz spor arabaya binen genç kadınla genç adama bakakaldı Sevgi. Belki ancak birkaç saniye süren ama ona bir ömürmüş gibi gelen, troleybüsün o manzaranın yanından geçiş süresince gözünü kırpmadan baktı o ikiliye. Gözü kadının yüzündeki ifadeye takıldı daha çok. O yüzü hiç böylesine mutlu görmemişti. Büyük bir gürültü ile düşüp patlayan yüreğinin vücudunun her bir zerresine saplanan parçacıklarını hissetti en derininde. Hiç bir şey söylemedi… Kendini koca dünyanın ortasında yapayalnız hissettiği o anda, Ayşe Teyze’nin eline daha da sıkı yapıştı sadece.
Bir seyahat acentasında çalışan annesi sık sık hafta sonları tura çıkar ve Sevgi’yi Ayşe Teyze’yle bırakırdı. Ayşe Teyze evlerinde çalışan yardımcı hanımdı. Böyle zamanlarda Ayşe Teyze onu alır ve gecekondu mahallesinde kızı Sema ile beraber yaşadığı tek gözlü evine götürürdü. Sevgi kendisinden dört yaş büyük, saçı her zaman yandan iki örgülü,  asık suratlı Sema ile oynamak ister ama Sema evlerine ara sıra davetsiz gelen bu misafirden hoşnutsuz, onunla oynamazdı. Eve her geldiğinde eşyalara bile sinmiş rutubet kokusu Sevgi’yi irkiltir ama ilerleyen saatlerde bu kokuya alışırdı. Evin yanına sonradan eklenerek yapılmış küçücük mutfaktaki tel dolap, taş musluğun üzerindeki ahşap raflığa dizilmiş üç-beş tabak ve piknik tüpünden ocak Sevgi’ye kendisini okulda okuttukları Kemalettin Tuğcu hikayelerinde gibi hissettirirdi. Her gelişinde kendini bir hikayenin kahramanı olarak hayal eder  ve iki günlük bu kalışların bir an evvel bitmesi için dua ederdi. En sevmediği ise soğuk evin ortasında leğenin içinde Ayşe Teyze tarafından Sema’nın gözü önünde titreyerek yıkanmaktı. Hoş Ayşe Teyze’de kendisine emanet edilen bu çocuğu hasta etmemek için aceleyle bir an evvel yıkayıp çıkarmaya bakardı ama gene de sevmezdi işte.
Babası yurtdışında çalıştığı için annesi ile iki kişilik bir hayatları vardı. Annesinin para kazanmak için gittiği bu hafta sonları turlarını, bu süreçte niye anneannesi dedesiyle değil de Ayşe Teyze ile kaldığını hiç sorgulamazdı. Babasının senede sadece bir kere yazın gelip onu alıp Almanya’ya götürürken niye annesinin onlarla hiç gelmediğini, anneanne ve dedesinin niye kendilerini hiç ziyaret etmediklerini de sorgulamazdı. Daha dokuz yaşındaydı ve ona sunulan bu yaşam biçimi onun gerçeği idi. Başka türlüsünü bilemeyecek kadar küçüktü. Ailenin tüm fertlerinden uzak sadece annesiyle kurduğu bu küçük dünyada annesi onun her şeyi idi. En çokta annesinin yol ortasında kimsenin bakışlarına aldırmayarak” el ele kol kola” tekerlemesini söyleyerek kendisiyle beraber hoplayıp zıplamasını severdi. Küçücük yaşlardan beri yollarda yaptıkları bu oyunu artık yaşı büyümesine rağmen ara sıra annesinden ister, annesi de onu hiç kırmazdı. Annesinin insanların garip bakışlarına rağmen kendisini mutlu etmek adına yapmaktan çekinmediği bu oyunda hem annesinin dünyaya meydan okuyan cesaretini hem de kendisini her şeyden üstün tutan sevgisini hissederdi. Kısacık süren bu oyunun kendisine verdiği önemsenme ve öncelikli olma hissini devam ettirme adına “bir daha, bir daha” diye annesine yalvarır, enerjileri tükeninceye kadar sokaklarda hoplaya zıplaya giderlerdi.
Annesini Kapadokya turunda bilirken kendisi ile aynı şehirde hiç tanımadığı bir adamla, yüzünde hiç görmediği kadar bir mutluluk ifadesi ile arabaya binerken görmek Sevgi’de şaşkınlıktan ziyade değersizlik duygusu oluşturmuştu. Bir anda tüm dünyaya olan inancını yitirmiş, kendini silinmeye bile değer bulunmayan bir toz zerresi kadar küçücük hissetmişti. Neye daha çok kırıldığını ne o gün ne de daha sonraları hiç bilemedi. Tüm dünyası olan annesinin ona yalan söylemesine mi yoksa annesinin yüzünde gördüğü o mutluluk ifadesini kendisinin onun yüzüne hiç konduramamış olmasına mı? Hiç bir şeyi sorgulamadığı gibi bunu da sorgulamadı. Ne annesiyle bu konuyla ilgili yüzleşti ne de herhangi bir kimseye bu konudan bahsetti. İliklerine kadar saplanmış değersizlik parçacıklarıyla beraber yaşama bedeline rağmen sadece sustu. Güven ise sadece beş harfli bir kelimeydi artık Sevgi için.
Yirmili yaşlarda elinde küçücük bir çocukla tek başına hayat mücadelesine giren genç bir kadının sevme, sevilme ve korunma gereksinimini anlaması yıllarını alacaktı. Onun o anda tek istediği kendi varlığına, kişiliğine saygı duyulup beraber yaşanılan bu hayatta alınan kararların, atılan adımların kendisi ile paylaşılıp, bu ortak yaşama kendisinin de duyguları ve düşünceleri ile katılma hakkı tanınmasıydı. Çocukluğunda kendisine tanınmayan bu hakkı bir öğreti olarak alan Sevgi gelecekte de yapacağı başarısız evliliklerde duygu ve düşüncelerini kendine saklayacak, her iki evliliğinde de eşlerinin isteklerini, kararlarını sorgusuz sualsiz uygulayacaktı. İçindeki isyan bayraklarının dalgalanıp “bende varım” diyebilmesi ise çok ama çok zaman sonra olacaktı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder