18 Temmuz 2011 Pazartesi

BEZ BEBEK

Sevgi otel odasından içeri girip etrafına şöyle bir bakındı. Kiri göstermemesi için buklet, kırçıllı gri halıyla kaplı , saten görünümlü aynı renk perde ve yatak örtüsü  ile özelliği olmayan sıradan, kişiliksiz bir odaydı.Gülümsedi. Odanın hiçbir yere aidiyet duygusu vermeyen, içinden geçmiş binlerce insanın öyküsünü sır gibi saklayan steril havası Sevgi’de kendi hikayesini de baştan istediği gibi yazabileceği hissi uyandırdı.
Sekiz senelik , her gününü kocası için ne anlam taşıdığını sorgulayarak geçirdiği ikinci evliliğini iki senelik zorlu bir mücadeleden sonra yeni bitirmişti. Tükenmişlik hissi ile doğumundan beri kızı için her kuruşunu özenle biriktirdiği paradan harcamaya kıymış ve içinde kalan son yaşam filizini yeşertmek umuduyla  Paris’e gelmişti.
Paris’in kozmopolit, cıvıl cıvıl havasını seviyordu.Her yerde Fransız kolonilerden gelme siyahiler, her türlü kılık kıyafet ve saç stilinde insanlar, dünyanın bilumum yerlerinden gelmiş turistlerle karşılaşabilirdi insan. Kimseyi tanımadığı, kimsenin de kendini tanımadığı yerlerde hep rahat ederdi Sevgi. Bu cümbüşün içinde göze batmadan  kendi olabilmenin huzuruyla sokağa bıraktı kendini.Otelden çıkınca akşam serinliğinin başladığını hissetti. Hafif üşümesine rağmen egzos kokusunun karıştığı bahar havasını içine çekerek otelin yakınındaki bir bulvara saptı. Bulvar boyunca sıra sıra mağazalar, restoranlar, cafeler vardı. Karnı henüz acıkmadığından dükkanlara baka baka yürümeğe karar verdi. İlk önce bir ayakkabı mağazası.  Lüks kırtasiye ürünleri satan bir mağaza, erkek giyim mağazası, bir turizm acentası. Vitrinde ki afişlere baktı. Her iki kocasıyla da hiç istediği gibi bir tatile gitmediklerini düşündü içi sızlayarak. Nadiren gidilmiş bir iki tatilde hep onların istedikleri yerlere olmuş, Sevgi huzursuzluk çıkarmamak adına hep uyum sağlamıştı. Huyu böyleydi, böyle eğitilmişti.
Bir oyuncak mağazasının önünde durdu. Evde onu bekleyen hayatındaki tek anlamlı varlık olan kızına belki bu dükkandan bir şey alabilirdi yarın. “ Ne alabilirim? “ diye vitrini incelerken birden dondu kaldı.  Önde duran porselen bebeklerin arkasına saklanmış, sarı bukle saçlı ,kırmızı şapkalı ,çiçek desenli kırmızı bir elbise giydirilmiş el yapımı bez bebeği gördü. Üzerindeki elbise farklı olmasaydı kendi çocukluğunun kırmızı şapkalı bebeği diyebilirdi!
O kapkaranlık, hayalet gölgelerle dolu sandık odasını hatırladı. Annesinin ameliyat nedeni ile İstanbul’a gitmesi gerektiğinde onu anneannesine bırakmışlardı. Evde fazla oda olmadığından eşyalarla dolu, zorla bir yatağın sıkıştırıldığı penceresiz , havasız  odayı vermişlerdi ona.  Sevgi , yurt dışında yaşayan babasının ona getirdiği bez bebeğe sarılıp gözlerini sımsıkı kapardı geceleri,canavara dönüşen eşyaların hışmından korkarak.
Arkadaşları arasında tek boşanmış anne babaya sahip çocuk olarak kendisini farklı hissederdi herkesten. Bir parçası eksik, tamamlanmamış gibi. Onların evlerine gittiğinde ailecek oturulan sofralarda kendisi aykırı kalırdı sanki. Hayatı boyunca hiç öyle bir sofraları olmamıştı ki!  O zamanlar ara ara kendilerine kalmaya gelen annesinin arkadaşı Kazım Abi ile de hiç böyle sıcak olmazdı sofraları zaten. Bir akşam Kazım Abi’den “sofradan kalkabilir miyim?” diye sormadan kalktığı için yediği tokattan sonra  ise onun her gelişi, her kalışı bir kabusa dönüşmüştü Sevgi için. Tokattan ziyade annesinin bu olay karşısında sessiz kalması acıtmıştı canını daha çok. Annesinin seçimi Sevgi’yi yok sayma pahasına Kazım Abi’den yana olmuştu.  Bir de Kazım Abi annesini ” Sen ne biçim çocuk yetiştiriyorsun?” diye azarlamıştı . Annesi suskun, Sevgi ise annesinin bu zayıflığı karşısında şaşkındı. O günden sonra annesinin azarlanmaması için Sevgi , içi huzursuz ve kırgın, her hareketine dikkat etmişti , annesinin gönlünde Kazım Abi’ye kaptırdığı tahta yeniden oturabilme umuduyla.
 Bir sabah uykunun şefkatli kollarından ayrılma tereddütü ile uyur uyanık yatarken çalan telefon sesiyle iyice sıyrıldı uykusundan. Telefona cevap veren anneannesinin “ evet düğün bu akşam, Kalyon Otel’de. Biz bu gün öğlen uçağıyla gideceğiz” dediğini duyduğunda kaskatı kesildi. Anneannesinin “ Ayten-Kazım Akyol Kalyon Otel dediniz mi gelir telgraf. Tabii ki söylerim. Neyse Sevgi uyanmadan kapatalım, onun haberi yok” demesiyle içinde kızgınlık, kırgınlık barındıran öfke ile yatağından fırladı. Anneannesinin karşısına geçip hayal kırıklığının yuttuğu kısık bir sesle “ne oluyor? Kim evleniyor? Neyi ben bilmiyorum? “ diye ard arda sorular sorarken alacağı cevabı çoktan biliyordu halbuki. Anneannesi onu sakinleştirmeye çalışarak “ annen evleniyor, söylemişti ya”  dedi. Son bir güçle bulduğu sesiyle  “neden ben bilmiyorum, neden ben gitmiyorum? “ diye  avaz avaz bağırdı, göz yaşlarını umutsuzca içinde tutmaya çalışarak. “ Senin orada olman uygun olmaz” demişti anneannesi. Gerisini duymamıştı bile. “uygun olmaz, uygun olmaz”.Sadece bu cümle çınlıyordu beyninde. Annesini aradı. Annesi de lafı dolandırarak  “uygun olmadığını” söyledi ağlayarak. “Bana söyleseydin anlardım, mutluluklar dilerim” diyerek kapattı telefonu Sevgi. Hayatı boyunca zaman zaman kendisini yoklayacak değersizlik, istenmemezlik, çaresizlik hissi o zaman  demir atmıştı ruhuna. Görünmeme, yok olma , geri planda kalma gereği ise mezar taşı gibi dikilmişti başına.Tek sırdaşı kırmızı şapkalı  bebeğine sarılıp ağladı saatlerce.
Annesi onu İstanbul’a yanına aldığında da durum değişmemiş, Sevgi’yi yatılı okula vermişlerdi hemen. Zengin,tanınmış bir aileye gelin giden annesi , çocuklu boşanmış bir kadın olduğu için aile tarafından hiç evlenmemiş biricik oğullarına uygun bir gelin olarak görülmemişti. Onun kızı Sevgi ise hiçbir zaman çocuk veya torun statüsünde görülmemiş, aileden sayılmamıştı. Sevgi ise her zaman her yerde “uygunsuz” olduğu duygusu ile savaşmış, ne evliliklerinde ne de iş hayatında bir yere sığamamıştı.
Vitrinin önünde ne kadar durduğunu bilemedi. Kendi gözyaşlarına karışmış serpiştirmeye başlayan yağmuru hissetti teninde. Hayata tek tutunma nedeni olan kızını düşündü. O annesi gibi olmayacak hep kızını seçecekti..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder